Berlin: Redebeitrag Tribunal "NSU-Komplex auflösen"

Redebeitrag der Initiative Tribunal „NSU-Komplex auflösen“!

Tag der Urteilsverkündung im NSU Prozess, 11. Juli 29018
»Unsere letzten Worte richten wir an das Oberlandesgericht an den Vorsitzenden Herrn Götzl und den Senat. Wir möchten, dass sich der Senat vor Ort im Internet Café, in dem mein Sohn Halit ermordet wurde, von den örtlichen Gegebenheiten in meinem Beisein ein Bild macht. Denn dann werden auch Sie sehen, dass der damalige Verfassungsschützer Andreas Temme lügt. Sollte es keine Vorort-Besichtigung geben und die Ungereimtheiten von dem damaligen Mitarbeiter des hessischen Landesamts für Verfassungsschutz nicht aufgeklärt werden, weil der Senat Temme glaubt, ist für uns das gesprochene Urteil bei Beendigung des Prozesses vor Gericht nichtig. Wir werden das Urteil nicht anerkennen.“
Diese Worte sprach İsmail Yozgat, der Vater von Halit Yozgat, am 6. April 2016 in Kassel auf der Kundgebung zum zehnten Todestag seines Sohnes. Sein Antrag auf Besichtigung des Tatortes wurde vom Gericht abgelehnt. Mehr noch: Mitte Juli 2016 hat Richter Götzl einen für den Ausgang dieses Strafverfahrens wegweisenden Beschluss verkündet: »Die Angaben des Zeugen Temme in der Hauptverhandlung sind nach vorläufiger Würdigung glaubhaft“. Auch im heutigen Urteil bleibt Temmes Beitrag unbenannt.
Es ist unwahrscheinlich, dass Andreas Temme sich noch vor Gericht für seinen Beitrag zum Mord an Halit Yozgat verantworten muss. Ebenso unwahrscheinlich ist es, dass der Generalbundesanwalt nach dem heutigen Urteil einen zweiten Strafprozess gegen das Unterstützernetzwerk des NSU anstrengen wird. Unwahrscheinlich ist es schließlich auch, dass all jene, die sich hinter den Strukturen ihrer rassistischen Normalität verstecken von einem deutschen Gericht verurteilt werden: die Journalist_innen, die von Dönermorden und düsteren Parallelwelten fabulieren, die Beamten, die die Angehörigen und Opfer erpresst, eingeschüchtert und kriminalisiert haben und die Agenten in den geheimen Diensten, die das Morden der Nazi-Zellen bewirtschaftet haben und die die Spuren dieser gemeinschaftlichen Taten heute akribisch verwischen.
Ein Grund mehr, dass wir uns den oben zitierten Worten von İsmail Yozgat anschließen und weiter fordern, dass alle Schuldigen zur Verantwortung gezogen werden und dass allen Opfern Gerechtigkeit widerfährt.
Wir fordern weitere Strafverfahren gegen die konkret benannten Nazis und V-Personen im NSU-Komplex! Wir fordern Konsequenzen für die Politiker*innen, für die Staatsanwält*innen, für die Polizist*innen und für die Journalist*innen, die das Leben der Betroffenen ein zweites Mal zerstört haben.
Auf dem NSU Tribunal im Mai 2017 in Köln haben wir deshalb 90 Personen angeklagt, die nicht im Strafprozess in München angeklagt waren. Wir klagen dabei sowohl die Ermöglichungsbedingungen als auch die Verantwortung einzelner Personen im NSU-Komplex an – weil beides nicht voneinander zu trennen ist. Der NSU-Komplex geht über die individuelle Täterschaft bei den Morden und Bombenanschlägen weit hinaus; gleichwohl kann sich niemand hinter abstrakten Strukturen verstecken.
Diese Anklage des Tribunals war und ist eine notwendige Intervention. Doch sie ist nicht abschließend, die Öffentlichkeit muss sie fortschreiben und für weitere Aufklärung einstehen. Das heutige Urteil im NSU-Prozess ist kein Schlussstrich! Solange Personen wie Andreas Temme, Susann Emminger, Johann Helfer und Axel Minrath alias Lothar Lingen nicht auf der Anklagebank sitzen, werden wir keine Ruhe geben!!!!!!!!!
Wir werden weiter gemeinsam mit den Betroffenen von rassistischer Gewalt für die Aufklärung kämpfen und eine Gesellschaft ohne Rassismus einklagen!
Beim NSU-Tribunal in Köln, bei der Möllner Rede im Exil, beim Gedenken an Burak Bektaş, bei der Planung neuer Tribunale und am heutigen Tag: Die Betroffenen werden nicht schweigen. Sie fordern Respekt für ihre Geschichten und Solidarität für ihre Forderungen. Ihre Forderungen sind auch unsere Forderungen:
Entwaffnet die Neonazis!
Löst den Verfassungsschutz auf!
Klagt alle Verantwortlichen an!
Entschädigt alle Betroffenen!
Nennt die Holländische Strasse in Halitstrasse um!
Baut das Denkmal in der Keupstrasse!
 

5 YILDA NSU-DAVASI – BU MESELE BURADA KAPANMAZ!

NSU Davası’nda kararın bildirilmesi vesilesiyle Almanya çapında yapılacak yürüyüş ve miting çağrısı – Münih’e gidemeyenler için X gününde Berlin’de eylem.

Bir türlü karara bağlanamayan davanın sonu

5 yılın ardından 2018 yılının başında, NSU Davası’nın karara bağlanması bekleniyor. Enver Şimşek, Abdurrahim Özüdoğru, Süleyman Taşköprü, Habil Kılıç, Mehmet Turgut, İsmail Yaşar, Theodoros Boulgarides, Mehmet Kubaşık ve Halit Yozgat’a karşı işlenen ırkçı 9 cinayet, polis memuru Michèle Kiesewetter’in ölümü ve meslektaşı Martin Arnold’u öldürmeye teşebbüsten ‘Nasyonel Sosyalist Yeraltıağı sorumlu tutulmuştur. Köln ve Nürnberg’de gerçekleşen 3 patlamada birçok kişi yaralanmış ve sadece şans eseri ölen hiç kimse olmamıştır. Yine bu grubun sorumlu tutulduğu15 gasp olayı ve banka soygununda, kimi mağdurlar hayati tehlike atlatacak şekilde yaralanmıştır.

NSU terörünün mağdurları ve arda kalanları, bu davaya büyük umutlar bağlamış ve yakınlarının neden ölmek zorunda olduğunu ve NSU ağınının olay mahallerindeki destekçilerinin kim olduğunu öğrenmek istemişlerdir. Onlar, Anayasayı Koruma Federal Dairesi’nin ve polisin, NSU kompleksindeki rollerinin açıklığa kavuşturulmasını bekliyorlar. Mağdurlar, olaylardan sonra üzerlerine ‘bomba üzerine bomba’ gibi düşen kurumsal ırkçılığın ifşa edilmesini ve buna karşı gerekli adımların atılmasını talep ediyorlar.

Münih’de görülen dava, bu beklentilerin hiçbirini karşılayabilmiş değil. Müdahil davacılar ve avukatları, davada sürekli bu noktaların göz önünde tutulmasına çabaladılar. Buna karşılık Federal Savcılık, NSU örgütünün ‘izole bir hücre yapısı’ olduğu şeklindeki baştan beri savunduğu tezden vazgeçmemekte direniyor. NSU ağına ve eylemlerine ve resmi makamların olaylardaki rolüne dair birçok sorunun üstü sistematik biçimde örtülmüş ve bu soruların cevabı halen verilmemiştir.

Problemin adı Irkçılık

Irkçılık, NSU kompleksinin taşıyıcı sütunudur. NSU, sosyal bir boşluğun neticesinde ortaya çıkmamıştır. Tam aksine, 1993’te çıkarılan yasalarla sığınma hakkının neredeyse ortadan kaldırılması ile siyasi olarak ödüllendirilen ve Nazilere ‘Irkçılık yapana ceza yok’ sinyalini gönderen 90’lı yıllardaki ırkçı kundaklamaların ve saldırıların, doğrudan sonucudur. Halen sağ ve ırkçı şiddet, gerek çoğunluk toplumunca gerekse emniyet ve adalet birimlerince tehlikesiz gibi gösterilmeye çalışılmaktadır. Daha zor olanı ise, sadece NSU davasında değil aynı zamanda trenlerde, istasyonlarda ve kamusal alanda polisin yaptığı ırkçı kontroller şeklinde uygulanan bu kurumsal ırkçılığı ifşa etmek ve tartışma konusu yapmaktır.

Sorunun ırkçılık olduğunu en iyi bilenler, bunun mağdurlarıdır. 9 cinayetin hepsinde, kurbanların yakın çevresi, eylemlerin erkenden ırkçı gerekçelerle düzenlendiğini belirtmiş ve davada bunun göz önünde bulundurulmasını talep etmiştir. Seslerinin 11 yıl boyunca duyulmamış olmasının sebebi ise yine ırkçılık olmuştur. ‘Dönerci Katilleri’ni soruşturmak üzere ‘Boğaziçi’ adlı özel bir ekip kurulmuşken, neden ‘Nazi Katilleri’ni soruşturmak üzere ‘Zwickau’ adlı özel bir komisyon kurulmamıştır? Niçin bütün medya kuruluşları neredeyse istisnasız biçimde güvenlik birimlerince ileri sürülen teorileri benimsemiş ve bu teorileri sorgulama gereği bile duymamışlardır? Ve 90’lı yıllarda yaşanan kundaklamalar hala akıllarda iken, neden 2006 yılında Kubaşık ve Yozgat ailelerince Kassel ve Dortmund’da düzenlenen gösteriler, ırkçılık ve faşizm karşıtlarınca sahip çıkılması gereken dayanışma pratiği olarak görülmemiştir? Faşizm karşıtı yapılar, göstericilerin talepleri bağlamında algı körlüğü yaşamış ve organize Nazi yapılanmalarının boyutlarını ve yarattığı tehlikeyi ciddiye almamışlardır.

Polisin, medyanın ve sol çevrelerin yapı ve algı modelleri, toplumun geneline yayılmış ırkçı yaklaşımlarla birebir örtüşebilmişti. Bu bağlamda NSU Kompleksi, Nazilerce açık biçimde savunulan biyolojist ırkçılığın ve güvenlik birimleri, medya ve çoğunluk toplumu tarafından uygulanan gündelik hayatta kurumsallaşmış ırkçılık pratiklerinin bir araya gelmesinden oluşur. NSU demek, Irkçılık, Devlet ve Nazilerin el ele vermiş olması demektir.

Davanın görülmeye başlanmasının üzerinden 5 yıl geçmesine karşın, hala ırkçılık görmezden geliniyor, hala mağdurların beklentileri tam olarak karşılanabilmiş değil. NSU sürecini hazırlayan toplumsal koşullar varlığını sürdürmeye devam ediyor. Üstelik, cinayetlerin mutlak surette aydınlatılacağı sözlerinini takip eden resmi makamların örtbas girişimleri ise, bu hususta kurulan çok sayıda soruşturma komisyonunun gerçeği aydınlatma çabalarını neredeyse imkansız kıldı.

Münih’de görülen davada sanıklar hak ettikleri biçimde cezalandırılsalar bile, NSU ağına yardım ve yataklık edenlerin bir çoğu ve bunun yanı sıra devletin resmi görevlileri herhangi bir ceza tehdidi ile karşı karşıya değiller.

Irkçı soruşturmalarla hayatları dağılma noktasına gelen mağdur yakınlarının zararlarının tatmin edici bir şekilde tazmin edilip edilmeyeceği ise açıklığa kavuşmamıştır. Hamburg’da gerçekleşen G-20 Zirvesi esnasında oluşan maddi hasarlar için, kısa yoldan ve herhangi bir bürokratik engele tabi olmadan acil yardım fonu oluşturulmuşken, NSU terörünün mağdurları, hayatta kalanları ve arda kalan yakınları ise zararlarının tazmini için mahkemeler önünde büyük zorluklarla karşı karşıya bırakılmışlardır.

Alman Alışkanlıkları

Alman toplumu ve Almanya’daki resmi birimler, yakın tarihin öğrenilmiş davranış kalıplarını burada da sergilemektedir. Geçmişte de Nazi rejiminin mağdurları ve onların yakınları, Alman Faşizminin işlediği bütün suçların asıl yükünü taşımak ve bu suçların aydınlatılması için en çok çaba harcayanlar olmuşlardır. Çoğunluk toplumu, failler kolektifi; bir an önce olanların üstünün örtülmesini istemiş, suçu bastırmış ve milyonlarca cinayetin sorumlusu olarak anılmak istememişlerdir. Bunun yerine sorumluluk, küçük, sınırlı ve patolojik bir fail grubu (Hitler, Nasyonal Sosyalist Alman İşçi Partisi ve SS) üzerine yüklenmiştir.

Problemin diğer bir parçası olarak Antisemitizm

Antisemitizm de NSU sürecine yol açan ideolojik temellerden biri olmuştur. NSU ağının beslendiği nasyonal sosyalist öğretide, Yahudilere yönelen ırkçı antisemitizm ile göçmenleri ve POC insanlarını hedef alan ırkçılık arasında yakın bir bağ vardır. Beyaz ırkın üstünlüğünü savunan ideolojiye, bir yandan bütün dünyanın Yahudilerce kontrol ve tahakküm edilmesi, diğer yandan ise göç ve aşağı ırkların birbirine karışması ile beyaz ırkın tehdit altında olduğu algısı eşlik eder. NSU cinayet serisine ilham kaynağı olan ‘Turner Günlükleri’ de bu mantıkla kaleme alınmıştır. Roman, siyahların, Yahudilerin ve politikacıların öldürülmesiyle başlayan ve beyaz ırkın dünyaya egemen olmasıyla biten bir sistem karşıtı yeraltı savaşının propagandasını yapar.

Antisemitizm, NSU’nun somut eylemlerinde de kendini göstermiştir. NSU çekirdek üçlüsü, 1996’da Almanya Yahudi Merkez Konseyi Eski Başkanı Ignatz Bubis’in ziyaretini protesto etmek için üzerinde ‘Yahudi’ yazılı bomba süsü verilmiş bir kuklayı bir otoban köprüsü üzerine asmıştır. Birkaç ay sonra ise Beate Zschäpe, Bubis’e karşı açık ölüm çağrıları içeren mektupları gönderen grubun içerisinde yer almıştır. Yine ‘Üçlü’ tarafından üretilen ‘Pogromly’ oyunu ile Frühling caddesinde dağıtılan nasyonal sosyalizm propangadası içeren bildiriler de, Antisemitizm’in yok edici fantazilerini yaymıştır. Bu kesişim noktası, gerek kamuoyunca gerekse NSU Davası’nda büyük ölçüde yok sayılmıştır.

Berlin’e götüren izler

NSU’ya ait birçok iz bizi Berlin’e götürür. Nitekim Stephan Lange ‘Blood&Honour’ (‘Kan ve Onur’) adlı militan nazi örgütünün Almanya şefi idi ve Berlin Eyalet Emniyet Teşkilatı tarafından ‘Nias’ kod adı ile istihbarat muhbiri olarak Alman Anayasayı Koruma Federal Dairesi adına çalışmak üzere görevlendirilmişti. Thomas Starke de 2000 yılından itibaren Berlin Eyalet Emniyet Teşkilatının köstebeği olarak Saksonya’da görev aldı. Starke, köstebek olarak kullanılmaya başlanmadan 3 yıl önce NSU üçlüsüne patlayıcı malzeme tedarik etmiş, sonrasında saklanacak yer bulmaları konusunda yardımcı olmuştu. Berlin Eyalet Emniyet Teşkilatı, en azından 5 olayda, NSU üçlüsüne dair bilgileri, bu üçlüyü arayan resmi birimlerle paylaşmadı. 2000 yılının Mayıs ayında Zschäpe, Mundlos ve ‘Kan ve Onur’ kadrosundan Jan Werner, Berlin Ryke caddesinde bulunan sinagoga birlikte giderek, keşif yapmışlardır. Yine 2011 yılında Berlin Polisi, Charlottenburg semtinde Heerstrasse üzerinde bulunan Musevi Mezarlığı’nda vuku bulan bombalı saldırıların da NSU tarafından gerçekleştirilmiş olabileceği üzerinde durmuştur. Nitekim aynı yerde 1998’de Almanya Yahudi Merkez Konseyi Eski Başkanı Heinz Galinski’nin mezarının üzerinde iki kez el yapımı boru tipi bomba patlatılmış ve 2002 yılında mezarlık girişine patlayıcı madde atılmıştır. Bu olaylara ilişkin yürütülen soruşturmalar, bugüne kadar sonuçsuz kalmıştır. NSU üçlüsünün kaldığı Zwickau hücre evinde, Heerstrasse üzerinde yer alan Musevi Mezarlığı’nın da içinde olduğu Berlin’deki birçok yerle birlikte 233 Musevi kuruluş ve temsilciliğin yer aldığı bir liste bulunmuştur.

Anti-faşist girişimlerin ısrarlı taleplerine ve Nazi Rejimi Mağdurları Berlin Derneği– Faşizm Karşıtları Birliği (VVN-BdA) adlı derneklerce başlatılmış olan imza kampanyasına rağmen, Berlin eyaletinde diğer birçok eyalette örneklerini gördüğümüz, NSU Kompleksini araştırmak üzere bir meclis soruşturma komisyonu kurulmamıştır. Koalisyon hükümetini oluşturan Sosyal Demokrat Parti, Sol Parti ve Yeşiller Partisi milletvekilleri, mağdurlar ve yakınları ile dayanışma içerisinde olunduğuna ve olayın gerçekten aydınlatılmasını istediklerine ilişkin açık bir sinyal anlamına gelecek bir araştırma komisyonunun Berlin Eyalet Meclisi’nde kurulması konusunda bir yıldır hem fikir olamamışlardır.

Ayrıca, Berlin Neukölln ilçesinde 2012 yılında Burak Bektaş’a ve 2015 yılında Luke Holland’a karşı işlenen cinayetler sonrası, gerek Berlin Emniyet Teşkilatı gerekse Federal Emniyet Teşkilatı, gerekçelendirilebilecek tatminkar bir soruşturma yürütmeksizin, cinayetlerde ırkçı bir motifin varlığını başından itibaren reddetmişlerdir.

Bektaş’ın yakınları, resmi makamların bu açıklamaları ile yetinmemeli ve yetinmek istememektedir. Bektaş’ın ırkçı bir cinayete kurban gitmiş olabileceğini düşünmektedir. Cinayetlerde ırkçılığın motif olarak anılmaması ya da başından itibaren reddedilmiş olması, NSU soruşturmasını yürüten makamların davranışlarında kendisini bir kez daha göstermiştir. NSU olayından gereken dersler çıkarılmamıştır. Artık bunu değiştirmenin zamanıdır!

Sağ Terörün Devamlılığı ve Göç Gerçeği

NSU Yeraltı Ağı, tarihteki ilk Neonazi terör örgütü değildi ve anlaşılan o ki son da olmayacaktır. Nitekim „Oldschool Society“ veya „Gruppe Freital“ gibi aşırı sağcı yapılara karşı açılan davalar da bunun en önemli kanıtıdır. Bunun yanı sıra, son dönemde aşırı sağcı yapıların elinde bulundurduğu silahlara ilişkin yeni haberler gelmeye de devam ediyor. Kundaklama ve ırkçı saldırıların sayısı son yıllarda korkunç bir biçimde artmış durumda. Mültecilerin kaldığı yurtlara yönelik saldırılara katılan Naziler, Yeni Sağ’cılar ve Pegida ya da Bärgida gibi hareketlere destek veren endişeli vatandaşlar arasındaki sınırlar gittikçe kaybolmaya başladı. Karar mekanizmalarında bulunanlar, bütün bu yaşananlara göçmen haklarını büyük ölçüde azaltan entegrasyon yasaları ile cevap verirken; Yabancılar Dairesi ve ile Federal Göçmen Ve Mülteciler İdaresi ise toplu sınır dışı kararlarını gündeme getirerek gözdağı ve yıldırma politikalarına başvurmaktadır.

Her şeye rağmen NSU, göçmen vatandaşları Almanya’dan soğutup, uzaklaştırma hedefine ulaşamamıştır. Cinayet ve saldırı mağdurlarının yakınları, ülkeyi terk etmemiştir. Eyalet çapında ırkçı cinayetlerin diğer mağdurları ve bu sürece destek olanlarla bir araya gelip, kendi iletişim ağlarını kurdular . Irkçılığa karşı çıkmakta ve ırkçılığın olmadığı bir dünya için mücadele etmekteler. Keup Caddesi de yeniden inşa edilmiştir. Almanya’nın birçok yerinde olduğu gibi burada da, şimdilerde hepimize doğal görünen yeni bir post-göçmen toplumu oluştu. Almanya’nın 50 yıllık göç geçmişinin, Nazi dönemi sonrası Almanyasına kattığı uygarlaştırıcı etkiler, ne karşı siyasi duruşlarla ne de bombalarla yok edilebilir. Aksine ırkçı ve antisemitik toplumsal yapılar ifşa edilmeli, göçmenler bu yapılara karşı kendi direniş pratiklerini oluşturmalıdır.

Bu son değil, yeni bir başlangıç

NSU davasının sona ermesi, NSU ve NSU’nun içinden çıktığı toplum ile hesaplaşmanın sona erdiği anlamına gelmiyor. Münih’te hangi karar çıkacak olursa olsun, hala birçok soru yanıtlanmayı bekliyor. Bu nedenle ‘Nazi terörü ve ırkçılığa karşı birlik’ inisiyatifi ‘Bu mesele burada kapanmaz’ sloganı altında, kararın açıklanacağı X gününde herkesi Münih’te toplanmaya çağırıyor. Kararın açıklanacağı gün, sizleri Münih’e çağırıyoruz. Münih’e gelemeyenleri, Berlin’de düzenlenecek eyleme ya da ülke çapında organize edilmiş diğer gösterilere katılmaya çağırıyoruz. Öldürülenlerin yakınları, saldırıların mağdurları ve sağ terörün ve kurumsal ırkçılığın mağduru ve tehdidi altındaki her birey ile dayanışma içinde olduğumuzu yineliyoruz. NSU Kompleksinin bizim için kapanmadığını ve üstünün örtülemeyeceğini bir kez daha göstermek istiyoruz.

  • Bu mesele burada kapanmaz! – NSU kompleksi aydınlatılsın ve feshedilsin!
  • Mültecilerin ve göçmenlerin maruz kaldığı güncel ırkçı teröre karşı duralım! Kurumlarda ve toplumsal düzeyde ırkçılıkla mücadele edelim!
  • NSU tarafından işlenen ırkçı cinayetler, mağdurların dahil edildiği uluslararası bir araştırma komisyonu aracılığı ile aydınlatılsın!
  • Anayasayı Koruma Federal Dairesi feshedilsin – Köstebekler ortadan kaldırılsın!
    Berlin Eyalet Meclisi’nde NSU Araştırma Komisyonu kurulsun!

Münih’e gidin. Berlin’deki eyleme katılın. Siz de kararlı bir duruş sergileyin!

Türkçe çağrı metni için:

İngilizce çağrı metni için:

X gününde yapılacak gösteri ve eylemler hakkında bilgi için: nsuprozess.net (Münih) & irgendwoindeutschland.org/nsu

5 YEARS OF NSU-TRIAL – NO CLOSURE!

Nationwide actions of the NSU-Trial sentencing Rallies in Berlin on Day X.

The end of an endless trial

In the beginning of 2018 after five years the NSU-Trial will come most likely to an end. The NSU (“national socialist underground”) network murdered at least nine people: Enver Şimşek, Abdurrahim Özüdoğru, Süleyman Taşköprü, Habil Kılıç, Mehmet Turgut, İsmail Yaşar, Theodoros Boulgarides, Mehmet Kubaşık, and Halit Yozgat. They were also responsible for the murder of the police officer Michèle Kiesewetter and tried to kill her colleague Martin Arnold. There were three bomb attacks in Cologne and Nuremberg where a lot of people were injured and only by chance nobody was killed. People were also severely injured through the 15 robberies and bank raids.
The families and friends of the victims of the NSU-Terror had big hopes for the trial. They wanted to know why their relatives/ loved ones had to die and who supported the NSU at the crime scenes. They expected clarification about the involvement of the intelligence service (“Verfassungsschutz”) and the police in the NSU complex/ network. They want the recognition for the institutional racism and that it will have consequences.
All of that wasn’t achieved during the trial in Munich. The joint plaintiffs and their lawyers tried again and again to include these aspects in the trial. Until the end of the trial the federal prosecutor’s office (“Bundesanwaltschaft”) hold up the myth of an “isolated trio” who committed the murders. Many questions concerning the activities of the NSU e.g. the network and the role of the authorities were nearly systematically excluded in the trial and are until today not solved.

The problem is racism

Racsim is a strong pillar in the NSU-Trial. The NSU did not emerge out of a social vacuum. It is in direct connection to the pogroms and attacks in the 1990s. In 1993 the german asylum law was abolished and showed the neo-Nazis: racism won’t be persecuted. Until today the mainstream society and the german police are downplaying racist and right-wing violence. It is even harder to address institutional racism — not only in the context of the NSU-Trial but also in racist police controls in trains and train stations and in the public space.
Those who are affected by it know that the problem is racism. From the beginning the people affected to the nine murders wanted to include racism as a motive for the crime in the investigation. For 11 years no one listened to them – out of racism. Why did a “Task Force Bosporus” chase a “Döner-murder” and not a “Task Force Zwickau” the “Nazi-Killer”? Why did the media only believed the theories of the law enforcements? And why didn’t anzi-racists and anti-fascists in Germany support the demonstrations of the families Kubasik and Yozgat in Kassel and Dortmund in 2006, despite the experiences of the 1990s pogroms? Anti-fascist structures were blind in their perception of the concerns and didn’t take the dimensions and risks of organized neo-Nazi groups serious.
The structures and patterns of perception of the police, media and also leftists can easily be linked to racism. The racism of the neo-Nazis and the daily and institutional racism form with the state build and protected Neonazi structures the NSU-Complex. NSU means racism, state and neo-Nazis hand in hand.
The attitude towards racism and of those affected has not change after five years of NSU-Trial. The social conditions for the establishment of the NSU have not changed.
The accused persons were convicted, but there is no effort for persecuting the many supporters of the NSU or the involved public authorities.
But there is no compensation for the efforts of the affected families and supporters. After the G20 summit in Hamburg there was a fund arranged for people affected by the protests. The affected by the NSU-Terror still have to fight for any right of compensation.

German continuation

The society and the authorities of Germany follow trained behavior. The vast majority of people who wanted to sue Nazis were the victims who survived. The vast majority of the German society, the perpetrators wanted to close the chapter of Nazi history out of their own suppression and responsibility. The whole responsibility for the million murders had only a very small group of people – Hitler, the NSDAP, and the SS.

Antisemitism is part of the problem

The ideological foundation of the NSU included anti-Semitism. Within the National Socialist world view of the NSU there is a close connection between racial anti-Semitism directed against Jews and racism which targets migrants and POCs. The ideology of the superiority of the „white race“ goes along with the idea that it is threatened by an „overpowering Jewish world conspiracy“ on the one hand and by immigration and mingling with „inferior strangers“ on the other hand. This logic is followed by the „Turner Diaries“, which are considered as a template for the NSU murder series. They propagate the underground struggle against „the system“, which begins with the murder of blacks, Jews and politicians and ends with the world domination by the „white race“.
Anti-Semitism was also expressed in the concrete acts of the NSU. In 1996, the NSU core trio hung a doll with the inscription „Jew“ and a bomb dummy on a highway bridge to protest against the visit of Ignatz Bubis, the chairman of the Central Council of Jews in Germany. A few months later, Beate Zschäpe participated in the sending of a murder threat to Bubis. Also the game „Pogromly“ produced by the NSU core trio spread National Socialist propaganda and antisemitic extermination fantasies. This connection to anti-Semitism has been largely suppressed by both the public and the NSU process so far.

Traces to Berlin

Several traces of the NSU also lead to Berlin. Stephan Lange was Germany’s boss of „Blood & Honor“ and was in close contact with central figures of the NSU. He was passed on by the LKA Berlin (State Office of Criminal Investigation) as an informer „Nias“ to the Federal Constitutional Protection (“Bundesverfassungsschutz”). Thomas Starke has been an informer since 2000 in Saxony. He bought explosives for the NSU core trio three years before he was recruited and later helped in finding a hiding place for them. The LKA Berlin did not pass on at least five references to the NSU core trio to the investigating authorities. In May 2000, Zschäpe, Mundlos, and the „Blood & Honor“ squad Jan Werner probably observed the synagogue in Berlin’s Rykestraße. In 2011, the Berlin police wondered whether three explosives attacks on the Jewish cemetery Heerstraße in Charlottenburg were connected to the NSU. In 1998 it happend twice, that pipe bombs exploded on the grave of Heinz Galinski, the former president of the Central Council of Jews. In 2002 an explosive device was thrown into the entrance area of the cemetery. All relevant investigations remained without any success until today. In the Zwickau apartment of the NSU was found an address list with 233 Jewish institutions, on which in addition to many places in Berlin – the Jewish cemetery Heerstraße was listed.
Despite the demands of anti-fascist initiatives and a petition from the Berlin Association of Persecutees of the Nazi Regime (“Bund der AntifaschistInnen VVN-BdA”), there is still no parliamentary committee of inquiry for the NSU complex in Berlin, as it already exists in numerous other federal states.
Even after the murders of Burak Bektaş in 2012 and Luke Holland in 2015 in Berlin Neukölln, neither the LKA Berlin nor the BKA (Federal Criminal Police Office) issued a racist motive – without a convincing investigative approach that could justify this attitude. Bektaş’relatives cannot and do not want to accept this. They suspect that Burak Bektaş may have been shot by a racist. The consistent exclusion or non-naming of racist murder motives gives parallele with the behavior of the investigative authorities in the NSU complex. That needs to change!

The continuity of right-wing terrorism and the reality of migration

The NSU was not the first neo-Nazi terrorist organization and not the last. This is shown by trials against far-right organizations such as the „Oldschool Society“ or the „Freital Group“. In addition, the reports of more and more weapons findings in right-wing structures are piling up. The number of arson attacks and racist attacks has increased dramatically in recent years. The borders between neo-Nazis, the New Right and concerned Pegida or Bärgida citizens who participate in attacks on refugee shelters are increasingly blurred and interwoven. The political decision-makers are reacting with the massive reduction of the asylum law, the foreigners‘ authority and the Federal Office for Migration and Refugees are calling for deterrence.
Nevertheless, the NSU has not achieved its goal of expelling migrants from Germany. The relatives of the murder and attack victims have not left the country. The Keupstraße was also rebuilt. Here, as in innumerable other places of the Federal Republic of Germany, a new, post-migrant society was established, which is taken for granted today. The over 50-year-old immigration to Germany had civilizational effects on this post-Nazi country, which can neither be fought out nor destroyed. Instead, self-organized migrant resistance as well as racist and anti-Semitic social structures must be made visible!

The end is just the beginning

  • The end of the NSU trial is not the end of the conflict with the NSU and the society that made it possible. Independent of the Munich verdict, more questions than answers remain. This is the reason why the “Bündnis gegen Naziterror und Rassismus” („Alliance against Nazi Terror and Racism“) is mobilizing for Munich under the motto “Kein Schlussstrich” („No Closure“) on Day X, the day of the pronouncement of sentence. Come to Munich on the day of the verdict! However, anyone who can not travel to Munich can join other actions, such as our demonstration in Berlin. We want to express our solidarity with the relatives of the murdered, the victims of the attacks and all people who are threatened and affected by right-wing terror and racism. We want to show that we are not done with the NSU complex.
  • No Closure complete investigation and destruction of the NSU complex!
  • Oppose racist terrorism against refugees and migrants – Fight racism in the authorities and the society!
  • Clarification of the racist murders of the NSU by an international committee of inquiry where the relatives can participate!
  • Dissolve the intelligence service  – abolition of covert informants!
  • Establishment of a parliamentary NSU committee of inquiry for Berlin!

Go to Munich. Come to the demonstration in Berlin. Set a determined signal!
More informations about the demonstration and actions on Day X can be found on nsuprozess.net  (Munich) and irgendwoindeutschland.org/nsu (other cities)

Tag-X am 11. Juli – Bundesweite Aktionen zur Urteilsverkündung im NSU-Prozess

5 YILDA NSU-DAVASI – BU MESELE BURADA KAPANMAZ! / 5 YEARS OF NSU-TRIAL –  NO CLOSURE!

Bundesweite Aktionen am 11. Juli, dem Tag der Urteilsverkündung im NSU-Prozess

1. Fahrt nach München

Das Ende des NSU-Prozesses ist nicht das Ende der Auseinandersetzung mit dem NSU und der Gesellschaft, die ihn möglich machte.
Unter dem Motto “Kein Schlussstrich” mobilisiert das bundesweite “Bündnis gegen Naziterror und Rassismus” zum Tag der Urteilsverkündung nach München. Wir rufen euch auf, an dem Tag an der Demonstration in München teilzunehmen. Hier findet ihr den Aufruf auf Deutsch, Türkçe, English,  ελληνικός.

2. Geht mit uns bundesweit auf die Straße

Für alle anderen, die es nicht nach München schaffen, organisieren wir und das Kein Schlussstrich-Bündnis zum Tag-X bundesweit Aktionen und Demonstrationen (Kurzaufruf).

Übersicht über die Aktionen am Tag der Urteilsverkündung – am 11. Juli:

weitere Demonstrationen, Aktionen und Anreise:

Redebeitrag: Der NSU, sächsische Normalität

Redebeitrag von sous la plage auf der Demonstration „das Land – rassistisch der Frieden – völkisch, unser Bruch – unversöhnlich“ am 2. September 2017 in Wurzen. Durchgeführt wurde #Wurzen0209 durch das „Irgendwo in Deutschland„-Bündnis.

Der NSU, sächsische Normalität.

Im letzten Jahr waren wir anlässlich des fünften Jahrestags der Selbstenttarnung des Nationalsozialistischen Untergrunds (NSU) in Zwickau. Dort war das Kerntrio und Teile des Unterstützer*innennetzwerks nicht viele Jahre untergetaucht, wie es immer wieder heißt. Nein, hier konnten sie sich in die sächsische Normalität zurückziehen, die ihnen ein fast normales Leben ermöglichte.
Hier war ihr Zuhause, während sie neun rassistische Morde an Enver Şimşek, Abdurrahim Özüdoğru, Süleyman Taşköprü, Habil Kılıç, Mehmet Turgut, İsmail Yaşar, Theodoros Boulgarides, Mehmet Kubaşık und Halit Yozgat, sowie den Mord an Michèle Kiesewetter verübten. Während sie drei Sprengstoffanschläge in Köln und Nürnberg verübten, bei denen viele Menschen verletzt und nur durch Glück niemand getötet wurde.
Diese Normalität in Sachsen bedeutete für den NSU, sich in einem Umfeld zu bewegen, in dem es normal ist, sich rassistisch zu äußern, normal ist, mit Neonazis offen zu sympathisieren und Hitler-Büsten auf dem Fernseher zu haben, wie ihr Nachbar in Zwickau. Wir gehen davon aus, dass sich der NSU nicht groß vor seinen Nachbar*innen verstellen musste und wir wissen, dass sie in ihrer Nachbarschaft mehr als akzeptiert waren. Die „normale“ rassistische Stimmung, die wir im Gerichtssaal bei Aussagen der Nachbar*innen und in TV-Dokumentationen zu sehen bekamen, muss dem NSU noch den Rücken gestärkt haben. Sie wurden während der rassistisch-völkischen Mobilisierung der 1990er Jahre politisiert und hatten die Erfahrung mitgenommen, dass sie mit ihren Taten ausführen, was die Mehrheit des „Deutschen Volkes“ sich wünsche.
Ohne den gesamtgesellschaftlichen Rassismus in Deutschland und Sachsen wäre die Mordserie des NSU nicht möglich gewesen. Es ergab sich vielmehr ein Zusammenspiel: Die Neonazis des NSU mordeten rassistisch, die Polizei ermittelte rassistisch, die Medien berichteten rassistisch, die rassistische weißdeutsche Mehrheitsbevölkerung inklusive seiner Linken hinterfragte dies nicht und hörte nicht die Angehörigen und die Betroffenen, die immer wieder auf ein mögliches rassistisches Tatmotiv hinwiesen.
In München geht der NSU-Prozess seinem Ende entgegen, doch diese Normalität von der wir sprechen ist ungebrochen. Nicht nur das, wir erleben erneut eine rassistisch-völkische Mobilisierung, ähnlich wie die, während der sich der NSU politisierte. Diese spitzt sich gerade hier in Sachsen zu. Weiterhin können wir beobachten, wie auch offen lebende Neonazis in ihrer Nachbarschaft respektiert und akzeptiert sind. Die Aufregung, die unserer heutigen Demonstration entgegenschlägt, lässt Wurzen in Reaktion auf Neonazis absolut missen. Und diese Alltäglichkeit bringt erneut organisierte rechte Terrorzellen wie die Gruppe Freital hervor. Diese wurde erst in ihrer Gefährlichkeit erkannt, nachdem die Bundesanwaltschaft den Fall an sich zog. In der sächsischen Normalität sollten die Mitglieder der Gruppe wegen vereinzelter Delikte vor einem Schöffengericht angeklagt werden. Die Polizisten, die mit der Gruppe zusammenarbeiteten, sind inzwischen „entlastet“ und wieder im Dienst. Das ist heutige sächsische Normalität und Wurzen ist ein Teil davon.
Die Bedingungen sind nicht aus der Welt, unter denen der NSU entstehen und unentdeckt morden konnte und die Aufklärung des NSU-Komplex immer wieder verhindert wird. Der NSU-Komplex ist kein abgeschlossenes Kapitel und Sachsen verharrt weiter im rassistischen Normalzustand…