NSU Davası’nda kararın bildirilmesi vesilesiyle Almanya çapında yapılacak yürüyüş ve miting çağrısı – Münih’e gidemeyenler için X gününde Berlin’de eylem.
Bir türlü karara bağlanamayan davanın sonu
5 yılın ardından 2018 yılının başında, NSU Davası’nın karara bağlanması bekleniyor. Enver Şimşek, Abdurrahim Özüdoğru, Süleyman Taşköprü, Habil Kılıç, Mehmet Turgut, İsmail Yaşar, Theodoros Boulgarides, Mehmet Kubaşık ve Halit Yozgat’a karşı işlenen ırkçı 9 cinayet, polis memuru Michèle Kiesewetter’in ölümü ve meslektaşı Martin Arnold’u öldürmeye teşebbüsten ‘Nasyonel Sosyalist Yeraltı’ ağı sorumlu tutulmuştur. Köln ve Nürnberg’de gerçekleşen 3 patlamada birçok kişi yaralanmış ve sadece şans eseri ölen hiç kimse olmamıştır. Yine bu grubun sorumlu tutulduğu15 gasp olayı ve banka soygununda, kimi mağdurlar hayati tehlike atlatacak şekilde yaralanmıştır.
NSU terörünün mağdurları ve arda kalanları, bu davaya büyük umutlar bağlamış ve yakınlarının neden ölmek zorunda olduğunu ve NSU ağınının olay mahallerindeki destekçilerinin kim olduğunu öğrenmek istemişlerdir. Onlar, Anayasayı Koruma Federal Dairesi’nin ve polisin, NSU kompleksindeki rollerinin açıklığa kavuşturulmasını bekliyorlar. Mağdurlar, olaylardan sonra üzerlerine ‘bomba üzerine bomba’ gibi düşen kurumsal ırkçılığın ifşa edilmesini ve buna karşı gerekli adımların atılmasını talep ediyorlar.
Münih’de görülen dava, bu beklentilerin hiçbirini karşılayabilmiş değil. Müdahil davacılar ve avukatları, davada sürekli bu noktaların göz önünde tutulmasına çabaladılar. Buna karşılık Federal Savcılık, NSU örgütünün ‘izole bir hücre yapısı’ olduğu şeklindeki baştan beri savunduğu tezden vazgeçmemekte direniyor. NSU ağına ve eylemlerine ve resmi makamların olaylardaki rolüne dair birçok sorunun üstü sistematik biçimde örtülmüş ve bu soruların cevabı halen verilmemiştir.
Problemin adı Irkçılık
Irkçılık, NSU kompleksinin taşıyıcı sütunudur. NSU, sosyal bir boşluğun neticesinde ortaya çıkmamıştır. Tam aksine, 1993’te çıkarılan yasalarla sığınma hakkının neredeyse ortadan kaldırılması ile siyasi olarak ödüllendirilen ve Nazilere ‘Irkçılık yapana ceza yok’ sinyalini gönderen 90’lı yıllardaki ırkçı kundaklamaların ve saldırıların, doğrudan sonucudur. Halen sağ ve ırkçı şiddet, gerek çoğunluk toplumunca gerekse emniyet ve adalet birimlerince tehlikesiz gibi gösterilmeye çalışılmaktadır. Daha zor olanı ise, sadece NSU davasında değil aynı zamanda trenlerde, istasyonlarda ve kamusal alanda polisin yaptığı ırkçı kontroller şeklinde uygulanan bu kurumsal ırkçılığı ifşa etmek ve tartışma konusu yapmaktır.
Sorunun ırkçılık olduğunu en iyi bilenler, bunun mağdurlarıdır. 9 cinayetin hepsinde, kurbanların yakın çevresi, eylemlerin erkenden ırkçı gerekçelerle düzenlendiğini belirtmiş ve davada bunun göz önünde bulundurulmasını talep etmiştir. Seslerinin 11 yıl boyunca duyulmamış olmasının sebebi ise yine ırkçılık olmuştur. ‘Dönerci Katilleri’ni soruşturmak üzere ‘Boğaziçi’ adlı özel bir ekip kurulmuşken, neden ‘Nazi Katilleri’ni soruşturmak üzere ‘Zwickau’ adlı özel bir komisyon kurulmamıştır? Niçin bütün medya kuruluşları neredeyse istisnasız biçimde güvenlik birimlerince ileri sürülen teorileri benimsemiş ve bu teorileri sorgulama gereği bile duymamışlardır? Ve 90’lı yıllarda yaşanan kundaklamalar hala akıllarda iken, neden 2006 yılında Kubaşık ve Yozgat ailelerince Kassel ve Dortmund’da düzenlenen gösteriler, ırkçılık ve faşizm karşıtlarınca sahip çıkılması gereken dayanışma pratiği olarak görülmemiştir? Faşizm karşıtı yapılar, göstericilerin talepleri bağlamında algı körlüğü yaşamış ve organize Nazi yapılanmalarının boyutlarını ve yarattığı tehlikeyi ciddiye almamışlardır.
Polisin, medyanın ve sol çevrelerin yapı ve algı modelleri, toplumun geneline yayılmış ırkçı yaklaşımlarla birebir örtüşebilmişti. Bu bağlamda NSU Kompleksi, Nazilerce açık biçimde savunulan biyolojist ırkçılığın ve güvenlik birimleri, medya ve çoğunluk toplumu tarafından uygulanan gündelik hayatta kurumsallaşmış ırkçılık pratiklerinin bir araya gelmesinden oluşur. NSU demek, Irkçılık, Devlet ve Nazilerin el ele vermiş olması demektir.
Davanın görülmeye başlanmasının üzerinden 5 yıl geçmesine karşın, hala ırkçılık görmezden geliniyor, hala mağdurların beklentileri tam olarak karşılanabilmiş değil. NSU sürecini hazırlayan toplumsal koşullar varlığını sürdürmeye devam ediyor. Üstelik, cinayetlerin mutlak surette aydınlatılacağı sözlerinini takip eden resmi makamların örtbas girişimleri ise, bu hususta kurulan çok sayıda soruşturma komisyonunun gerçeği aydınlatma çabalarını neredeyse imkansız kıldı.
Münih’de görülen davada sanıklar hak ettikleri biçimde cezalandırılsalar bile, NSU ağına yardım ve yataklık edenlerin bir çoğu ve bunun yanı sıra devletin resmi görevlileri herhangi bir ceza tehdidi ile karşı karşıya değiller.
Irkçı soruşturmalarla hayatları dağılma noktasına gelen mağdur yakınlarının zararlarının tatmin edici bir şekilde tazmin edilip edilmeyeceği ise açıklığa kavuşmamıştır. Hamburg’da gerçekleşen G-20 Zirvesi esnasında oluşan maddi hasarlar için, kısa yoldan ve herhangi bir bürokratik engele tabi olmadan acil yardım fonu oluşturulmuşken, NSU terörünün mağdurları, hayatta kalanları ve arda kalan yakınları ise zararlarının tazmini için mahkemeler önünde büyük zorluklarla karşı karşıya bırakılmışlardır.
Alman Alışkanlıkları
Alman toplumu ve Almanya’daki resmi birimler, yakın tarihin öğrenilmiş davranış kalıplarını burada da sergilemektedir. Geçmişte de Nazi rejiminin mağdurları ve onların yakınları, Alman Faşizminin işlediği bütün suçların asıl yükünü taşımak ve bu suçların aydınlatılması için en çok çaba harcayanlar olmuşlardır. Çoğunluk toplumu, failler kolektifi; bir an önce olanların üstünün örtülmesini istemiş, suçu bastırmış ve milyonlarca cinayetin sorumlusu olarak anılmak istememişlerdir. Bunun yerine sorumluluk, küçük, sınırlı ve patolojik bir fail grubu (Hitler, Nasyonal Sosyalist Alman İşçi Partisi ve SS) üzerine yüklenmiştir.
Problemin diğer bir parçası olarak Antisemitizm
Antisemitizm de NSU sürecine yol açan ideolojik temellerden biri olmuştur. NSU ağının beslendiği nasyonal sosyalist öğretide, Yahudilere yönelen ırkçı antisemitizm ile göçmenleri ve POC insanlarını hedef alan ırkçılık arasında yakın bir bağ vardır. Beyaz ırkın üstünlüğünü savunan ideolojiye, bir yandan bütün dünyanın Yahudilerce kontrol ve tahakküm edilmesi, diğer yandan ise göç ve aşağı ırkların birbirine karışması ile beyaz ırkın tehdit altında olduğu algısı eşlik eder. NSU cinayet serisine ilham kaynağı olan ‘Turner Günlükleri’ de bu mantıkla kaleme alınmıştır. Roman, siyahların, Yahudilerin ve politikacıların öldürülmesiyle başlayan ve beyaz ırkın dünyaya egemen olmasıyla biten bir sistem karşıtı yeraltı savaşının propagandasını yapar.
Antisemitizm, NSU’nun somut eylemlerinde de kendini göstermiştir. NSU çekirdek üçlüsü, 1996’da Almanya Yahudi Merkez Konseyi Eski Başkanı Ignatz Bubis’in ziyaretini protesto etmek için üzerinde ‘Yahudi’ yazılı bomba süsü verilmiş bir kuklayı bir otoban köprüsü üzerine asmıştır. Birkaç ay sonra ise Beate Zschäpe, Bubis’e karşı açık ölüm çağrıları içeren mektupları gönderen grubun içerisinde yer almıştır. Yine ‘Üçlü’ tarafından üretilen ‘Pogromly’ oyunu ile Frühling caddesinde dağıtılan nasyonal sosyalizm propangadası içeren bildiriler de, Antisemitizm’in yok edici fantazilerini yaymıştır. Bu kesişim noktası, gerek kamuoyunca gerekse NSU Davası’nda büyük ölçüde yok sayılmıştır.
Berlin’e götüren izler
NSU’ya ait birçok iz bizi Berlin’e götürür. Nitekim Stephan Lange ‘Blood&Honour’ (‘Kan ve Onur’) adlı militan nazi örgütünün Almanya şefi idi ve Berlin Eyalet Emniyet Teşkilatı tarafından ‘Nias’ kod adı ile istihbarat muhbiri olarak Alman Anayasayı Koruma Federal Dairesi adına çalışmak üzere görevlendirilmişti. Thomas Starke de 2000 yılından itibaren Berlin Eyalet Emniyet Teşkilatının köstebeği olarak Saksonya’da görev aldı. Starke, köstebek olarak kullanılmaya başlanmadan 3 yıl önce NSU üçlüsüne patlayıcı malzeme tedarik etmiş, sonrasında saklanacak yer bulmaları konusunda yardımcı olmuştu. Berlin Eyalet Emniyet Teşkilatı, en azından 5 olayda, NSU üçlüsüne dair bilgileri, bu üçlüyü arayan resmi birimlerle paylaşmadı. 2000 yılının Mayıs ayında Zschäpe, Mundlos ve ‘Kan ve Onur’ kadrosundan Jan Werner, Berlin Ryke caddesinde bulunan sinagoga birlikte giderek, keşif yapmışlardır. Yine 2011 yılında Berlin Polisi, Charlottenburg semtinde Heerstrasse üzerinde bulunan Musevi Mezarlığı’nda vuku bulan bombalı saldırıların da NSU tarafından gerçekleştirilmiş olabileceği üzerinde durmuştur. Nitekim aynı yerde 1998’de Almanya Yahudi Merkez Konseyi Eski Başkanı Heinz Galinski’nin mezarının üzerinde iki kez el yapımı boru tipi bomba patlatılmış ve 2002 yılında mezarlık girişine patlayıcı madde atılmıştır. Bu olaylara ilişkin yürütülen soruşturmalar, bugüne kadar sonuçsuz kalmıştır. NSU üçlüsünün kaldığı Zwickau hücre evinde, Heerstrasse üzerinde yer alan Musevi Mezarlığı’nın da içinde olduğu Berlin’deki birçok yerle birlikte 233 Musevi kuruluş ve temsilciliğin yer aldığı bir liste bulunmuştur.
Anti-faşist girişimlerin ısrarlı taleplerine ve Nazi Rejimi Mağdurları Berlin Derneği– Faşizm Karşıtları Birliği (VVN-BdA) adlı derneklerce başlatılmış olan imza kampanyasına rağmen, Berlin eyaletinde diğer birçok eyalette örneklerini gördüğümüz, NSU Kompleksini araştırmak üzere bir meclis soruşturma komisyonu kurulmamıştır. Koalisyon hükümetini oluşturan Sosyal Demokrat Parti, Sol Parti ve Yeşiller Partisi milletvekilleri, mağdurlar ve yakınları ile dayanışma içerisinde olunduğuna ve olayın gerçekten aydınlatılmasını istediklerine ilişkin açık bir sinyal anlamına gelecek bir araştırma komisyonunun Berlin Eyalet Meclisi’nde kurulması konusunda bir yıldır hem fikir olamamışlardır.
Ayrıca, Berlin Neukölln ilçesinde 2012 yılında Burak Bektaş’a ve 2015 yılında Luke Holland’a karşı işlenen cinayetler sonrası, gerek Berlin Emniyet Teşkilatı gerekse Federal Emniyet Teşkilatı, gerekçelendirilebilecek tatminkar bir soruşturma yürütmeksizin, cinayetlerde ırkçı bir motifin varlığını başından itibaren reddetmişlerdir.
Bektaş’ın yakınları, resmi makamların bu açıklamaları ile yetinmemeli ve yetinmek istememektedir. Bektaş’ın ırkçı bir cinayete kurban gitmiş olabileceğini düşünmektedir. Cinayetlerde ırkçılığın motif olarak anılmaması ya da başından itibaren reddedilmiş olması, NSU soruşturmasını yürüten makamların davranışlarında kendisini bir kez daha göstermiştir. NSU olayından gereken dersler çıkarılmamıştır. Artık bunu değiştirmenin zamanıdır!
Sağ Terörün Devamlılığı ve Göç Gerçeği
NSU Yeraltı Ağı, tarihteki ilk Neonazi terör örgütü değildi ve anlaşılan o ki son da olmayacaktır. Nitekim „Oldschool Society“ veya „Gruppe Freital“ gibi aşırı sağcı yapılara karşı açılan davalar da bunun en önemli kanıtıdır. Bunun yanı sıra, son dönemde aşırı sağcı yapıların elinde bulundurduğu silahlara ilişkin yeni haberler gelmeye de devam ediyor. Kundaklama ve ırkçı saldırıların sayısı son yıllarda korkunç bir biçimde artmış durumda. Mültecilerin kaldığı yurtlara yönelik saldırılara katılan Naziler, Yeni Sağ’cılar ve Pegida ya da Bärgida gibi hareketlere destek veren endişeli vatandaşlar arasındaki sınırlar gittikçe kaybolmaya başladı. Karar mekanizmalarında bulunanlar, bütün bu yaşananlara göçmen haklarını büyük ölçüde azaltan entegrasyon yasaları ile cevap verirken; Yabancılar Dairesi ve ile Federal Göçmen Ve Mülteciler İdaresi ise toplu sınır dışı kararlarını gündeme getirerek gözdağı ve yıldırma politikalarına başvurmaktadır.
Her şeye rağmen NSU, göçmen vatandaşları Almanya’dan soğutup, uzaklaştırma hedefine ulaşamamıştır. Cinayet ve saldırı mağdurlarının yakınları, ülkeyi terk etmemiştir. Eyalet çapında ırkçı cinayetlerin diğer mağdurları ve bu sürece destek olanlarla bir araya gelip, kendi iletişim ağlarını kurdular . Irkçılığa karşı çıkmakta ve ırkçılığın olmadığı bir dünya için mücadele etmekteler. Keup Caddesi de yeniden inşa edilmiştir. Almanya’nın birçok yerinde olduğu gibi burada da, şimdilerde hepimize doğal görünen yeni bir post-göçmen toplumu oluştu. Almanya’nın 50 yıllık göç geçmişinin, Nazi dönemi sonrası Almanyasına kattığı uygarlaştırıcı etkiler, ne karşı siyasi duruşlarla ne de bombalarla yok edilebilir. Aksine ırkçı ve antisemitik toplumsal yapılar ifşa edilmeli, göçmenler bu yapılara karşı kendi direniş pratiklerini oluşturmalıdır.
Bu son değil, yeni bir başlangıç
NSU davasının sona ermesi, NSU ve NSU’nun içinden çıktığı toplum ile hesaplaşmanın sona erdiği anlamına gelmiyor. Münih’te hangi karar çıkacak olursa olsun, hala birçok soru yanıtlanmayı bekliyor. Bu nedenle ‘Nazi terörü ve ırkçılığa karşı birlik’ inisiyatifi ‘Bu mesele burada kapanmaz’ sloganı altında, kararın açıklanacağı X gününde herkesi Münih’te toplanmaya çağırıyor. Kararın açıklanacağı gün, sizleri Münih’e çağırıyoruz. Münih’e gelemeyenleri, Berlin’de düzenlenecek eyleme ya da ülke çapında organize edilmiş diğer gösterilere katılmaya çağırıyoruz. Öldürülenlerin yakınları, saldırıların mağdurları ve sağ terörün ve kurumsal ırkçılığın mağduru ve tehdidi altındaki her birey ile dayanışma içinde olduğumuzu yineliyoruz. NSU Kompleksinin bizim için kapanmadığını ve üstünün örtülemeyeceğini bir kez daha göstermek istiyoruz.
- Bu mesele burada kapanmaz! – NSU kompleksi aydınlatılsın ve feshedilsin!
- Mültecilerin ve göçmenlerin maruz kaldığı güncel ırkçı teröre karşı duralım! Kurumlarda ve toplumsal düzeyde ırkçılıkla mücadele edelim!
- NSU tarafından işlenen ırkçı cinayetler, mağdurların dahil edildiği uluslararası bir araştırma komisyonu aracılığı ile aydınlatılsın!
- Anayasayı Koruma Federal Dairesi feshedilsin – Köstebekler ortadan kaldırılsın!
Berlin Eyalet Meclisi’nde NSU Araştırma Komisyonu kurulsun!
Münih’e gidin. Berlin’deki eyleme katılın. Siz de kararlı bir duruş sergileyin!
Türkçe çağrı metni için:
İngilizce çağrı metni için:
X gününde yapılacak gösteri ve eylemler hakkında bilgi için: nsuprozess.net (Münih) & irgendwoindeutschland.org/nsu